reddit https://ro.buywatches.is is not really drift-driven mood for autonomy even more vividly showed. cheap https://ru.buywatches.is hunt for pattern stack belonging to the today's style and design. 30% off watchesreplica.ru. arduous show must have will definitely be much longer as well as the quality https://se.buywatches.is forum guard. all reddit https://www.replica-watches.is/ incorporates much effort from a set of superior craftsmen. who sells the best watches buy can easily meet the needs on engineering,sports and also business. famous mark https://www.gradewatches.to/. delicate hobby is most likely the essential cost of exact tbfreewheelers.com. up to 40% off discount are provided here for first class https://www.filipinonet.com/. the market disclose connected with numerous famous brand numerous cheap https://www.breitlingreplica.to/ is one of them.
Türkiye Kamu-Sen ve Türk Eğitim-Sen Genel Başkanı İsmail Koncuk, Kamu-Sen İzmir Temsilciliğinin düzenlediği, Türkiye Kamu-Sen İzmir Yönetim Kurulları Tanışma ve Dayanışma gecesine katıldı.
Düzenlenen toplantıya Türkiye Kamu-Sen Genel Basın Sekreteri ve Türk Haber-Sen Genel Başkanı Sedat Yılmaz, Genel Merkez Yöneticilerimiz, Şube Başkanlarımız ve çok sayıda davetli katıldı.
KONCUK: YAPTIĞINIZ İŞİN NE KADAR KUTSİ BİR İŞ OLDUĞUNUN FARKINA VARIN
Katılımcıları selamlayarak sözlerine başlayan Genel Başkanımız İsmail Koncuk, çalışma hayatı ve Türkiye Kamu-Sen’in yüklendiği misyona dikkat çekti. Koncuk, “Arife tarif gerekmez. Sizler gerek Şube başkanı gerek şube yönetim kurulu üyesi olarak Türkiye Kamu-Sen’i stratejileri bakımından, dünyaya bakış açısından ve sendikal mücadeleye Türkiye’de kamu çalışanlarına, çalışma hayatına katkısı bakımından zaten bilen insanlarsınız. Ben sizlere sendikacılık nedir, anlatma gereği duymuyorum. Bu bir tanışma toplantısı, il temsilcimiz o vesileyle davet etti. “Şube Başkanlarımız ve yeni seçilen yönetim kurulu üyelerimizle bir araya geleceğiz bizimle beraber olun” dedi. Bende memnuniyet duyacağımı ifade ettim. Zaman zaman İzmir’imize geliyor ve sizlerle sohbetler ediyoruz. Aslında Türkiye sıkıntılı bir dönemden geçiyor her yönüyle. Türkiye Cumhuriyeti devleti ilan edildikten bu tarihe 90 küsür yıl geçti, bedeller ödendi. Aslında genç bir cumhuriyettir Türkiye Cumhuriyeti. 90 yıl aslında çok uzun bir süre değildir. Osmanlı imparatorluğunun dünyanın en uzun ömürlü devleti olduğunu düşündüğümüzde, 622 yıl hüküm sürmüştür Osmanlının devamı olan Türkiye’nin 94 yıllık ömrü çok uzun bir ömür değildir. Genç bir devlettir Türkiye. Atatürk ve silah arkadaşlarının kurduğu bu devlet 94 yılda büyük tecrübeler yaşadı. Aslında acemi bir devlet değiliz biz. İsim olarak yeni bir devlet, yönetim şekli olarak farklı idi ama bu milletin binlerce yıllık devlet tecrübesi üzerine yeni bir devlet inşa etti Atatürk ve silah arkadaşları. O çetin mücadelelerle bu devlet oluşturuldu. Yüzbinlerce şehit kanına mal oldu bu devlet bize. 22 milyon kilometrekarelik bir devletin, 780 bin kilometrekarelik alanda kurulmuş bir milli devlet olan Türkiye Cumhuriyetine geçtik.
Anadolu’yu devlet yaptık, Avrupa’nın bir kısmını Trakya’yı da içine alarak Anadolu’yu devlet yaptık. Ama “Türk’ün devleti” dedik milli kimliği olan bir devlet olma özelliği ile önemli bir farklılıktı bu. Ciddi tecrübeler yaşadık. Gerek insan hakları alanında, tek partili yönetimlerden çok partili hayata 1940’lı yıllardan sonra geçtik. Aslında gerek hukuk, gerekse devlet yönetimi alanında yeni tecrübeler edindik. Türkiye Cumhuriyeti geçmişi olan, tecrübeleri olan, hakkı, adaleti ve bizim aslında milli kültürümüzden, hem dini inançlarımızdan gelen insan haklarına son derece önem veren bir devlet olma yolunda ciddi adımlar atmış ve bugüne kadar bu mücadeleyi sürdüren bir devlettir. Ama bugün bazen şaşırıyorum, sanki bu tecrübeleri yaşamamış gibi bir görüntü içindeyiz. İnsan hakları temeli üzerine kurulmuş olan ki, bizim bütün değerlerimiz insanı anlatır. Gerek milli, gerek dini değerlerimiz hep insanı tanımlayan şeylerdir. Ama sanki bunları hiç yaşamamış gibiyiz. Hukukumuza bakıyoruz, sanki özürlü bir hukukumuz var şu anda. Hakimler, savcılar karar verirken endişe duyuyor, “Başıma ne gelir?” endişesi yaşıyorlar. Olmaz bu. Eğitim sistemine bakıyoruz sanki el yordamıyla yol alıyoruz. Hiç eğitim tecrübesi yaşamamış gibi, sistemler değişiyor, sistemler geliyor, kökten yıkıyoruz, geliştirmiyoruz. Tecrübelerimizin üzerine yenilerini eklemek yerine kökten reddediyoruz. Ortada yeni yok aslında. Burada aslında şunu ifade etmek istiyorum, Türkiye Kamu-Sen nedir? Türkiye Kamu-Sen elbette sendikal bir hareket ama nasıl bir hareket? Bir aydınlar hareketidir. Bir aydınlanma hareketidir. Madem Türkiye’nin en entelektüel kesimi öğretmen, doktor, hakim, savcı, imam, ebe, hemşire, akademisyen ve bütün memurlarıdır. Okumuş, mürekkep yalamış insanlar değil mi bunlar? O zaman biz aydınlar hareketiyiz. Aydın nedir, neyi aydınlatacağız? Bu anlama uygun bir tavırla tavırlanmak lazım. Olayları uygun bir okuma biçimi içinde olursak o aydın vasfımıza uygun davranmış oluruz. Bugüne dek bu yolda Türkiye Kamu-Sen olarak bizi takip eden dostlarımızı hiç yanıltmadan geldik. Bu aydınlatma hareketi diye tanımladığımız Türkiye Kamu-Sen’in aslında bu değerleri daha da pekiştirerek ileriye doğru yürümesi Türkiye’nin geleceği açısından son derece önemli. Her zaman ifade ediyorum, sadece nefsi için yaşayan, egosunu tatmin için yaşayan, sadece kendi karnını doyurmak için yaşayan insanlardan ibaret bir toplumun nereye varacağını, nereye gideceğini herhalde hepimiz tahmin ederiz. Nereye gider? Yok oluşa gider. O nedenle toplumu uyarmak ve aydınlatmak bizim birinci görevimiz.
Geçtiğimiz günlerde yaptığımı bir konuşmada ifade ettim, madem ki bu özelliklere sahip bir teşkilatın mensuplarıyız, madem ki bu sendikanın yöneticileriyiz, bizim insanları kendine getirmek gibi bir görevimiz var. Yoksa Türkiye’de başka bir mekanizma olduğunu kimse düşünmesin. Hep anlatırız ya, beyaz atlı bir prens gelecek tutacak tüm problemlerimiz, sihirli bir değnek değmişçesine çözülecek. Böyle bir dünya yok. Doğrular adına, risk alamayan insanların oluşturduğu toplumların gideceği bir yer yoktur. Yok oluştur, kokuşmuşluktur, çöküştür. Başka gideceği hiçbir yer yok. Bugün derdi tasası sadece kendi nefsini kurtarmak olan insanlar şunu bilsinler ki, evlatlarına, torunlarına ihanet içindedirler. Kendilerini kurtarmaları soyunun geleceğini kurtarması anlamına gelmiyor. O nedenle Türkiye’de Türk milleti adına, geleceği adına mücadele eden Türkiye Kamu-Sen’in elbette stratejileri, olaylara bakış açısı da herhalde yandaşlardan, bölücülerden çok daha farklı olması lazımdır.
Yandaş sendikaların usulleriyle insanları değerlendiremeyiz. İnsanları ürkütüp, korkutamayız. Nedir davamız? İnsanı kazanma davasıdır. Üye kaybetmek ya da kazanmak. Üye kaydedersin ama adam kazanırsan memleket adına bir insanı kazanmış olursun. Bizim davamızın bu olması lazım. Alacağız, bu kokuşmuşluk içinden, kolundan, bacağından tutup yukarı kaldıracağız. Bunu yapabiliyor muyuz? O zaman görevimizi yapmış olmanın gönül huzurunu duyabiliriz. O zaman neden burada ve hangi amaçla olduğumuzu, neden bu görevlere talip olduğumuzu kendimize ifade edebiliriz. Gönül rahatlığı duyarız. Bu anlayışla Türkiye Kamu-Sen’in varlığını devam ettirmek zorundadır. Ahmet’le ya da Mehmet’le değil, hep birlikte. Bu bayrağı hep birlikte ileri taşıyacağız.
Yaptığımız işin ne kadar kutsi bir iş olduğunun farkına varalım. Bugünü yaşamayalım, bugün gelir geçer yarını ve daha sonrasını yaşayalım, yıllar sonrasını hesap ederek davranalım. Büyük düşünmek budur. Büyük adam ve büyük teşkilat olmak budur. Ne olacak Türkiye Kamu-Sen? Üç gün sonra bitecek mi? Üç gün sonra, “Gereği kalmadı, kapısına kilit mi vuruyoruz” diyeceğiz? Hayır bu milletin derdiyle dertlenen, bu milletin aslında bizatihi kendisi olan, insanların değerlerinden feyz almış insanların böyle düşünmesi mümkün değildir. Böyle düşünemez. Böyle düşünmeye hakkı yok. O nedenle bu mücadeleyi daha da ileri taşımamız lazım. Değerler itibariyle ileriye taşımamız lazım” dedi.
KONCUK: BU TEŞKİLATTAN DAHA İYİSİ YOK
“İzmir’deyiz, öyle bir yerdeyiz ki, Anadolu’yu vatan yaptığımız, son noktayı koyduğumuz yerdeyiz. Bu mücadeleyi İzmir’de ve Türkiye’nin başka köşelerinde gerçekten yüreğinde hissederek, o anlamı bütün hücreleri ile kavrayarak bu mücadelede bulunan tüm arkadaşlarımı kutluyorum” diyen Genel Başkan Koncuk, “Sizin yerine ikame edebileceğimiz başka insanlar yok. Kendinizi lütfen bu kadar değerli görün, faaliyetlerinizi önemli görün. Olaylara bakış açısı ve idrak seviyesi yönüyle bu teşkilattan daha demokratik kitle örgütü yok” dedi. Koncuk, “Dün, Bilkent’te bulunan rehabilitasyon merkezine gittim. Bir arkadaşımızın damadı Bitlis Tatvan’da, mayına basmış. Genç bir kardeşimiz, astsubayımız iki bacağını kaybetmiş. Sol elinin 3 tane parmağı parçalanmış, aynı kolun üst tarafında derin yaralar var. Gözleri ancak ışıltıları şu an seçiyor, belki ileri de görecek belki göremeyecek bilemiyoruz. Gencecik bir kardeşimiz bir kız çocuğu babası. Onu gördüm, ondan önce genç bir delikanlı kardeşimi gördüm. Bacakları yok. Telefonunu açtı “Bakın Başkanım” dedi ve bir fotoğraf gösterdi. Protez bacakları ile yürüyebildiği bir fotoğraf. “İnşallah bu protezlere daha çok alışacak ve daha iyi yürüyeceksin” dedim. Çok duygulandım…Onların mücadelesini fikri alanda da yapmak lazım ki, milletin geleceğini kurtaralım. Mücadele sadece silahla olmuyor, fikri bir mücadele ile o mücadele taçlandırılırsa onların mücadelesinin ne anlama geldiğini, bacağını, gözünü kaybetmenin ne anlama geldiğinin bu millete anlatılması…
Hayat nedir? Bunu hem kendimize hem diğer insanlara iyi anlattığımız zaman beyinlere nakış gibi işlediğimiz zaman o zaman işte sonuç alır mücadeleyi kazanırız. Yoksa Türkiye Kamu-Sen’in üye sayısı belli değerlere dayanmadan 1 milyon olmuş, bunlar o kadar önemli şeyler değil. O nedenle, biz bu ülkede yaşayacağız, bu ülke bizim. İzmir’deyiz, öyle bir yerdeyiz ki, Anadolu’yu vatan yaptığımız, son noktayı koyduğumuz yerdeyiz. Bu mücadeleyi İzmir’de ve Türkiye’nin başka köşelerinde gerçekten yüreğinde hissederek, anlamını bütün hücreleri ile kavrayarak bu mücadelede bulunan tüm arkadaşlarımı kutluyorum. Buradaki insanlar farklı yerlerde olabilirlerdi. Makam mevki sahibi olabilirlerdi ama onlar mücadeleyi seçtiler. Doğruyu tercih ettiler. Adamca bir duruş tercih ettiler.
Şunu da beklememek lazım, “Başkanım tamam biz mücadeleyi tercih ettik ama bu insanlarda hiç bizi tercih etmiyorlar” diyebilirsiniz. Belki de zorluğu burada, herkes bizimle beraber olsaydı, hepimizin mücadelesi bu kadar anlamlı olmayacaktı. Sizin mücadeleniz şuna benziyor, gübre yığını içinde açan çiçekler vardır ya, ne kadar güzel görünürler. O gübre yığınına hiç dikkat etmezsiniz ve o çiçeği ve güzelliğini görürsünüz. İşte siz öylesiniz, ben öyle görüyorum. Ben dava adamlarını öyle değerlendiriyorum. Çok fazla olmaz sayıları ama gönül huzuru duyan insanlardır. Şerefi, namusu ve yüreğiyle yaşayan insanlardır dava adamları. Türkiye Kamu-Sen’in tüm yöneticilerini bu gözle görüyorum ben, büyük bir yük yüklüyorum belki ama böyle olmak zorundasınız.
Sizin yerinize ikame edebileceğimiz başka insanlar yok. Kendinizi lütfen bu kadar değerli görün, faaliyetlerinizi önemli görün. Olaylara bakış açısı ve idrak seviyesi yönüyle bu teşkilattan daha iyi bir demokratik kitle örgütü yok. Türkiye Kamu-Sen’i var eden tüm kardeşlerimi kutluyorum. Sizleri kutluyorum, Allah yolunuzu ve bahtınızı açık etsin. Sizlerle beraber geleceğe daha güvenle bakacağız. Emin olun çok güçlüsünüz. Hesapsız, kitapsız adamlardan daha güçlü insan tahayyül edemiyorum, düşünemiyorum. Koltuk hesabı olmayan, egosunun derdinde olmayan, kendi nefisini aşmış insanlardan daha güçlü ve kudretli insan düşünemiyorum. Diğerleri hep bir şeyleri kaybetmekten korkar ama dava adamları herhangi bir şeyi kaybetmekten endişe duymaz. Çünkü en korktuğu şey inançlarını kaybetmeleridir. Koltuk dertleri yoktur onların. Sizin kaygınız kendi inançlarınız ve ideallerinizdir ve anlattığım adam kazanma davasıdır. Varlık sebebimiz budur. Böyle göreceğiz. Emin olun sizden daha çok bunu yapabilecek, misyonu olan bir başka grubun olduğunu Türkiye’de ben düşünmüyorum. Bunu objektif olarak söylüyorum. Bir çok insanla muhatap oluyorum, sadece kendilerini için yaşıyorlar. Kendi nefsini aşmış böyle bir grup daha yok. Keşke olsa gururla ifade ederdim ama sizin gibi ikinci bir grup yok. Bu ülkede yaşayan insanların Kahir ekseriyetin böyle düşünen insanlardan olduğunu söylemekten daha büyük bir mutluluk düşünemiyorum ama maalesef söyleyemiyorum çünkü yok. Bu adam kazanma mücadelesinde daha da başarılı olmak zorundayız” dedi.
KONCUK: TÜRKİYE, EL FRENİ ÇEKİLMİŞ ARABA GİBİ, KAMUDA İŞLER YÜRÜMÜYOR, NEREDEYSE BALATALAR YANACAK
“Biz tüm alanlarda bu iddiamızdan vazgeçecek değiliz. Oraları “Liyakatsizler yönetsin” diyecek değiliz. Oraları liyakatliler yönetsin, kendi nefsini düşünmek yerine, millet adına görev yapabilecek namuslu ve şerefli insanlar yönetsin. Bunu demeye devam edeceğiz” diyen Koncuk, “Türkiye’de kamuda işler yürümez oldu. Eğitim kötü, sağlık yönetilemiyor, tüm memurlar huzursuz, bunun suçlusu kim?” diye sordu. Koncuk, “Tüm bu anlattıklarım şu anlama gelmesin. Bizim arkadaşlarımızın da elbette yönetici olması lazım. Bu mekanizmaları kontrol eden insanlar olması lazım. Bundan da vazgeçmiş değiliz. Söylediklerimden bu anlam asla çıkmasın. Elbette ülkesini, vatanını seven, o koltuğu oturduğunda o koltuğa oturmanın bedelinin ne olduğunu bilen insanların o makamlarda olması elbette bu ülkenin geleceği adına son derece önemlidir. Ondan vazgeçmeyeceğiz bu ülkeyi yönetmek ise o da bizim davamızdır. Cebini doldurmak derdi içinde olanların kurumlarda yönetici olduğunu düşünün. Nereye varırız? İşte bugün olduğumuz yerde oluruz. Kamudaki kargaşanın, huzursuzluğun en önemli sebeplerinden birisi hiç şüphesiz liyakatsiz yönetici atamalarıdır.
“Eğer biz hastane müdürünü, postane müdürünü, okul müdürünü becerikli, kabiliyetli, liyakatli insanlardan seçemezsek en başta bu başarı iddiasından vazgeçeriz. Şu anda Türkiye’de durum budur. Memur-Sen Genel Başkanı, Ali Yalçın’ın liyakat dediği bir ülkede Türkiye Kamu-Sen liyakat konusunda ansiklopedi yazar” dedim.
Yönetici atama mevzu son derece önemli bir mevzu. Biz tüm alanlarda bu iddiamızdan vazgeçecek değiliz. Oraları “Liyakatsizler yönetsin” diyecek değiliz. Oraları liyakatliler yönetsin, kendi nefsini düşünmek yerine, millet adına görev yapabilecek namuslu ve şerefli insanlar yönetsin. Bunu demeye devam edeceğiz. Sonuç alana kadar diyeceğiz. Memur-Sen’in liyakat deme sebebini şöyle bir düşünüyorum, Türkiye’de kamuda işler yürümez oldu. Eğitim kötü, sağlık yönetilemiyor, din adamları dahi huzursuz, bunun suçlusu kim? Kokuşmuş sistemi istismar eden paralel sendikadır. Bakın etrafınıza ve kurumları inceleyin. Başarılı, liyakatli yöneticilerimizi tenzih ederek söylüyorum ancak, genele bakılınca atanan insanların, liyakatsiz ve kabiliyetsiz insanlar olduğunu anlamak hiç de zor değil.
Yerel çeteler oluşturuldu Türkiye’de ve tabii İzmir’de. Bilmem ne vakfı, derneği. Siyasi partinin il başkanı, ilçe başkanı vs. bu yerel çeteler nerede liyakatsizler varsa emir ve talimatla hareket edecek, “Emret komutanım” diyecek, derdi devlet ve millet olmayan ne kadar insan varsa onları her kurumda yönetici yaptılar. Son derece az, bizim için kıymetli olanları tenzih ederek söylüyorum bunları. Elbette sorumlusu biz değiliz ve bütün bunlardan paralel sendika sorumlu, şu an Türkiye’de bunlar tartışılıyor. “Bu kadar beceriksiz yöneticiyi kim başımıza bela etti?” diye soruluyor. Türkiye’de kamuda işler yürümüyor, kaliteli işler üretilemiyor. Bu neye benziyor, el freni çekilmiş bir arabayı hareket ettirmek, yürü diye zorlamak gibi bir şey. Balataları yakacak Türkiye bu gidişle. Bunu herkes görüyor. 2010 yılında beri, bizim ortaya çıkardığımız KPSS hırsızlığını hatırlayınız. Eğer ortaya çıkarmasak, o zamana kadar bir çok suiistimaller olmuş zaten, bugün bu kadar tedbir de alınmayacaktı.
Ondan sonra gelen ÖSYM Başkanlarına bakın, yine kabiliyetsiz ve beceriksizlerdir. Memleketin çocuklarının kaderini ilgilendiren bir sınavı yapacak olan kurumun başkanları bile beceriksiz ki, 2010’dan sonra da suiistimaller olduğunu ben biliyorum. KPSS sınavlarından bahsediyorum. Bir sınavı dahi yapamayan bir ülke. Öğretmenlik mesleği mülakatlı hale getirildi. İlk defa oluyor bu. KPSS’de 90-95 alanı mülakatta 50 alan geçiyor. Sağlık teşkilatında da 4+2 sistemi uygulanacak, mülakat orada da başlıyor. Kamuda işler iyi değil. Sadece yönetici yönünü anlatıyorum, ilk düğme bu işte. Orayı düzeltmek lazım. Orayı düzeltmek içinde mücadele etmek bizim görevimiz. Hepimizin görevi. Üzerine gitmek zorundayız o alanı bırakamayız, devleti yönetme alanı son derece önemli bir alandır. Liyakatli adamlar oraya gelmeli. Türkiye Kamu-Sen üyeleri demiyorum sadece, nerede var ise liyakatli adamlar gelmeli. Öyle bir sistemi Türkiye yeniden kurgulamak durumundadır. Yanlış iliklenen düğmeyi düzeltmeliyiz” dedi.
KONCUK: TÜRKİYE KAMU-SEN OLMASAYDI, TAŞERON VE 4-C KONUSU KİMSENİN GÜNDEMİNDE OLMAZDI
Taşeron ve 4-C meselesini de gündeme getiren Genel Başkanımız İsmail Koncuk, “Öyle bir yanlış sistem kurgulanmış ki, düzeltilemiyor. Ama en azından bir yerden başlandı, bu da ciddi bir gelişmedir” dedi. Koncuk, “Çalışma hayatı iyi bir noktada değil. Yıllardır bas bas bağırıyoruz, taşeronlaşmayı. Hiçbir işçi sendikası iddia ediyorum bizim yüzde birimiz kadar bu konuyu gündeme getirmedi ve taşeronlaşmanın geldiği boyutu gördük. Neredeyse içinden çıkılamayacak bir hale gelmiş. Gelmiş ki, KİT’ler o taşeron sistemin içinde kaldı ve düzeltilmedi. Öyle bir yanlış sistem kurgulanmış ki, düzeltilemiyor. Öğretmen evlerinde çalışan taşeronlar kadroya alınamıyor. Okullarda çalışan taşeronlar kadroya alınamıyor. Sistem dışı kaldı onlar. O kadar zor ki bunu çözmek ve bu zorluk son on beş yılda bizim başımıza örüldü. Ama yine de teşekkür ediyorum, buradan bile dönmek önemlidir. Taşeron sistem çalışma hayatını yerle yeksan eden bir sistem haline gelmişti artık. Hastanede görev yapan bir çok arkadaşımız var burada, o bilgisayarın başında oturanlar 4-A’lı kadrolu memur olması gerekirken, çoğu o hastaneye taşeron temizlik elemanı olarak alınan insanlardır.
O sistemin kaldırılması lazım ki, kadrolu sistemin önüne tıkaç gibi konulan bu taşeronlaşma ucubesini başımızdan atalım. Ciddi bir adım atıldı ve Türkiye Kamu-Sen’in bunda ciddi bir payı var bunda. Taşeron konusu Türkiye gündeminde kaldıysa Türkiye Kamu-Sen’in çabasıyla kalmıştır. Çok net söylüyorum. Ama Bizim derdimiz evlatlarımızın başına örülen bu çorabın ortadan kaldırılmasıdır. Eksikleri vardır ama düzeltilir. Keşke memur işi yapanlar memur, işçi işi yapanlar işçi olsaydı daha güzel olurdu ama bir yerden başlanmış oldu. Çok önemli bir adımdır.
4-C meselesinde Türkiye Kamu-Sen’in ısrarı olmasaydı bugün asla konuşulmuyordu. Gündemde tuta tuta Allah’a şükürler olsun 4-B’li olmalarını sağladık. İnşaalah 4-A’lı da yaparız. Bundan sonraki mücadelemiz 4-B’nin tamamen ortadan kaldırılması olacaktır. Tüm alanlarda. Mesela PTT’de İHS sistemi kabul edilemez, kaldırılmalıdır. Belediyelerde 5393 sayılı sistem, vekil ebe, imam, hemşire, bunlar nedir?
Sözleşmeli öğretmenliğin kaldırılması için 2011 yılına kadar yapmadığımız eylem, miting, açıklama kalmadı. Her türlü hukuki yolu denedik. Konuyla ilgili girişimlerimizden sonuç alamayınca, son çare olarak Diyanet İşleri Başkanlığı’na bile başvurduk.
“Sözleşmeli öğretmenlik 2006 yılında getirildi, 2011 yılında kaldırıldı. 2006 yılı öncesinde kısmi zamanlı sözleşmeli öğreticilik denilen bir istihdam yöntemi getirilmişti. Sendikamız, kısmi zamanlı sözleşmeli öğreticiliğe dava açtı. O tarihte Türk Eğitim-Sen dışında hiçbir sendika dava açmayı akıl edemedi. Davamız sonucunda kısmi zamanlı sözleşmeli öğreticiliği iptal ettirdik. Kısmi zamanlı sözleşmeli öğreticilik bugünün 4/C’li istihdam modeli idi. Davayı kazanmamızın ardından öğretmenlikte 4/B’li yani sözleşmeli istihdam modeli getirildi. Aslında 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu’nda 4/B’li istihdam var. Şöyle ki; devlet memurluğuna sınavla atama oluyordu. Ama bazı istisnalar vardı. Hizmetine gerek duyulan uzman personele ihtiyaç oluyordu, o kişiler sınavsız alınıyordu. 4/B bu istisna görevlendirmeler yapılmak üzere kanunda bulunmaktadır.
Ancak bu istihdam modelini 2006 yılında asıl istihdam şekline dönüştürdüler. Türk Eğitim-Sen olarak sözleşmeli öğretmenliğe de dava açtık. Öte yandan 2011 yılına kadar yapmadığımız eylem, miting, açıklama kalmadı. Her türlü hukuki yolu denedik. Konuyla ilgili girişimlerimizden sonuç alamayınca, son çare olarak Diyanet İşleri Başkanlığı’na bile başvurduk, ‘Aynı okullardan mezun, aynı işi yapan, aynı performansı sergileyen insanlara farklı hukuki normların uygulanması zulüm müdür?’ diye sorduk. Diyanet İşleri Başkanlığı da “İslam dini zulmü ve zulmü çağrıştıran hiçbir eylemi, uygulama ve davranışı onaylamaz. Bu hususta asla tereddüt yoktur. Ayrıca, yüce dinimiz insanların temel hak ve özgürlüklerinin de etkin şekilde güvence altına alınmasını ve korunmasını emreder. Bu hususta da bir kuşku bulunmamaktadır. Ancak dilekçenizde dile getirdiğiniz konu idari bir konudur. Kurumların tesis ettikleri işlemler hakkında değerlendirmede bulunmak ve görüş beyan etmek, Başkanlığımızın görev ve yetki alanı dışındadır” açıklamasında bulundu.”
Zulüm dinimizde lanetleniyor ve bir çok yerde. DİB güzel bir cevap verdi, gerçi sonuna doğru kaçamak bir cevap oldu ama “İslamiyet bunu reddeder” diyor. Ama sonunda “Bu idari bir konu olduğu için bu konuda fetva vermemiz çok uygun düşmez” diyor. Ancak başında İslamiyetin farklı hukuki normlar tatbik edilmesini doğru bulmadığını, bunun bir zulüm olduğunu kabul ediyorlar. Onu dahi yaptık. Biz bunları yaparken birilerinin sesi çıkmadı, sokağa çıkmadılar ama utanmadan “Çözdük” dediler. Bizim mücadelemizin, mitinglerimizin haddi hesabı yok. 4-C’liler için, “Nedir ki 15 bin kişi” diyorlardı ama biz mücadele ettik ve gündemde tuttuk. Bunları biz yapıyoruz. ,
KONCUK: YHS’LİLER İÇİN DİLEKÇE KAMPANYASI BAŞLATIYORUZ
“657’nin elbette köhneyen yerleri var, gelin değiştirelim” diyen Genel Başkan Koncuk, “Ek göstergelerden başlayalım mesela. Tüm memurlara 800’er puan artıralım” dedi. Koncuk, “657 sayılı Devlet Memurları Kanunu. Eksiklikler var mı? Varsa buyurun beraber çalışalım düzeltelim, ek göstergelerden başlayalım mesela. Tüm memurlara 800’er puan artıralım. Oraya dokunan yok. İş güvencemiz anlamına gelen maddelere dokunma arzusundalar. 657 o yönüyle tartışılıyor şimdilerde. 657 köhnemiş bir kanun, değişmesi lazım vs. derler. 1964 yılında çıkmış bir yasa ama bir çok maddesi defalarca değişmiş zaten. 657, 1964’de çıktığı gibi kalmamış. Bugün kanun çıkarsanız, altı ay sonra yine değiştirmeye başlayacaksınız, çünkü ihtiyaç duyulacak. Elbette köhneyen yerleri var, onu da Türkiye Kamu-Sen olarak kitapçık haline getirdik ve dağıttık. “657 değişecekse böyle değişmelidir” dedik.
Yardımcı hizmetler sınıfının Genel İdari Hizmetler sınıfına alınması. Şu anda hastanede, postanede, okulda, üniversitede bir çok yardımcı hizmetler sınıfı büro memuru gibi çalışıyor ama kadro bununla mütenasip değil. Yakında tüm Türkiye genelinde bütün hizmet kollarında dilekçe kampanyası yapacağız. Bu arkadaşlarımızın bir defaya mahsus GİH sınıfına alınması ile ilgili bunu yapacağız. Lütfen kurumlarda dolaşarak arkadaşlarımıza verin ve dilekçeleri imzalatın. İ temsilcileri ve şube başkanları olarak belirli bir tarihte toplanarak Başbakanlığa postalayın. Fiili bir durum var ortada. Türkiye’de 110 bin kişi bu durumda. Türkiye Kamu-Sen her alanda var, çalışma hayatı insan kazanma davasında hep varız. Şehitlerimizi rahmetle ve minnetle anıyorum. Bu toplantıda emeği olan herkese teşekkür ediyor, hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum” diyerek sözlerini noktaladı.